Bakmak ve görmek Gördüğünün farkına varmamak, varamamak...
Size ilk ne hatırlattı bilmiyorum ama ben çok sevdiğim aletli dalışta, su altında akıntıya yakalandığımda, suyun akışına karşı yüzme çabamın yarattığı yorgunluk, bıkkınlık ve çaresizlik hissimi hatırladım.
O masmavi sularda olup da hayalini gerçekleştirmenin verdiği mutluluğu hissedememenin yarattığı o karamsar, yorgun ve vazgeçmek üzere olan Reyhan’ı...
Hayatının birçok aşamasında benzer duygularla, farklı durumlara yaklaşmadan geri durmayı seçmeyi özgürlük sanan Reyhan’ı.
Peki, akıntıda keyifle yüzme becerisini kazanmanın bir yolunu bulmak bu kadar zor muydu?
“Zor“ diye baktığım ufak bir tümsek için bile enerjimin kalmadığını fark etmemle başladı, kendime yolculuğumun ilk etabı. Bir sonraki durakta o içimdeki çocuğun da yolculuğa katılması ile “öğrenen Ben” ’in sınırları değil ötesindeki o mavilikleri ancak bakış açısını kendine çevirdiğinde görebildiğini keşfetmemle yolculuk eğlenceli bir hal aldı.
Çare suyu tanımaktı, tıpkı önce kendimi tanıyıp çaremi nerede aradığıma bakmam ve içimdeki kaynağı fark etmemle attığım ufak adımlar gibi.
Suyu tanıdım, akıntıyı öğrendim; bazen hiç çabalamadan aktığı yöne kendimi bırakmak, bazen de akıntı sarmalıdan kurtulmak için sadece bir kaç palet yana vurmam yeterliydi.
Baktığım yerin başlangıç noktası yüreğim ise her gördüğüm her “yeni” öğrenmeyi arzu ettiğim hayatın sihriydi.
Bakmak ve görmeyi öğrenmek; çaresizlik hissinin yerini alan daha da merak etmek, öğrenmenin keyfi, keşfetmenin heyecanı ile yepyeni ve farklı bir yolcu, farklı bir ben demekti.